Son günlerde yaşanan vahşi kadın cinayetleri, toplumun kanayan yaralarından biri olarak karşımızda duruyor. Bir kadın, boşanma aşamasında olduğu eşi tarafından satırla öldürülüyor, diğeri yeni nikâh kıydığı adamın bıçağının kurbanı oluyor. Öfke, vahşet ve çaresizlik... İnsan olan herkesin vicdanını sızlatan bu trajediler, sadece bireysel cinnet vakaları olarak görülebilir mi? Yoksa bu korkunç tablonun arkasında, yıllardır uygulanan yanlış politikaların doğrudan etkisi mi var?
Kadın cinayetleri ne yalnızca bir "erkek sorunu" ne de sadece "bireysel cinnet" meselesidir. Bu olayların arka planına baktığımızda, son 15 yılda kadın cinayetlerinin ve boşanma oranlarının patlaması, meselenin sosyal mühendislik boyutunu gözler önüne seriyor. "Kadını özgürleştireceğiz, güçlü birey yapacağız" adı altında uygulanan politikalar, aslında aile yapısını sistematik olarak çökertti.
Bir yanda erkeklerin aile içindeki rolünü zayıflatan, onları kadına karşı güçsüz ve iradesiz hale getiren söylemler, diğer yanda kadınları sürekli bir mücadele içinde olmaları gerektiğine inandıran ideolojik yaklaşımlar... Sonuç? Sürekli gerilim, artan boşanmalar, parçalanmış aileler ve maalesef şiddetin tırmanması.
Özellikle kadın hakları adı altında gelen bazı yasaların, aile kurumunu korumaktan çok, aile içi çatışmayı artırdığı ortadadır. Kadına yönelik şiddetle mücadele yasaları, eşitliği sağlamak yerine, erkekleri potansiyel suçlu ilan eden bir düzene dönüştü. Kadınları korumak için getirilen bazı düzenlemeler, suistimale açık hâle geldi ve toplumsal çatışmayı körükleyen unsurlara dönüştü. Erkekler, evlilik içinde kendilerini sürekli bir suçlu psikolojisinde hissederken, kadınlar da "bağımsızlık" söylemleriyle evliliği bir yük gibi görmeye başladı.
Bu politikalara göz yuman herkes, yaşanan cinayetlerde dolaylı olarak sorumludur. Bugün partisine zarar gelmesin diye susanlar, eğer aynı şey muhalif bir iktidar döneminde yaşansaydı, ayaklanacaklardı. Ancak meseleyi siyaset üstü bir düzlemde ele almak gerekiyor. Bu sorunun çözümü, hükümet değişiklikleriyle değil, kökten bir zihniyet dönüşümüyle mümkündür.
Kadınları özgürleştirmek ve güçlendirmek iddiasıyla uygulanan politikalar, onları gerçekten daha güçlü mü yaptı? Yoksa aile desteğinden ve toplumsal korumadan mahrum bırakarak, onları daha da yalnız ve savunmasız mı hâle getirdi?
Bugün bir kadın, bir erkeğe güvenerek evlenmek yerine, her an karşısındaki adamın bir "tehdit" olabileceği düşüncesiyle hareket ediyor. Bu güvensizlik ortamı, evliliği zorlaştırıyor, boşanmaları artırıyor, toplumda huzursuzluk yaratıyor.
Kadınların daha mutlu olduğu bir toplum hedefleniyordu, ama sonuç tam tersi oldu. Boşanmalar arttı, yalnızlaşma yaygınlaştı, erkekler ile kadınlar arasındaki sevgi ve dayanışma bağı koptu. Evlilikler artık mutluluk değil, çekişme alanına dönüştü. Kadın da erkek de birbirine şüpheyle bakıyor. Sonuç? Tükenmiş ilişkiler, sevgisiz evlilikler ve maalesef kontrolsüz şiddet olayları...
Kadın cinayetlerinin önüne geçmek için yasaları daha sert hâle getirmek tek başına yeterli bir çözüm değildir. Aksine, toplumsal dengeyi bozacak aşırı müdahaleler, şiddeti daha da körükleyebilir. Çünkü yasalar sadece sonuçları düzenler, ancak temel sebebi ortadan kaldırmaz. O yüzden yapılması gereken, aile kavramını çocukluktan itibaren zihinlere kazıyacak bir eğitim sisteminin kurulmasıdır.
Aile bağlarını güçlendiren ve bireylere evlilik sorumluluğunu doğru şekilde öğreten bir müfredat oluşturulmalıdır.
Erkekler ve kadınlar, birbirlerine düşman değil, tamamlayıcı varlıklar olduklarını yeniden öğrenmelidir.
Kadınları koruma politikaları, erkekleri suçlu göstermeye değil, toplumsal huzuru sağlamaya odaklanmalıdır.
Sonuç olarak, kadın cinayetleri sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda yanlış politikaların ve toplumsal dejenerasyonun bir sonucudur. Kadını ve erkeği birbirine düşman eden, aileyi güçsüzleştiren ve insan doğasına aykırı düzenlemelerle, bu sorunun çözülmesi mümkün değildir. Kadınları gerçekten korumak istiyorsak, onları erkeklere karşı değil, erkeklerle birlikte güçlü kılacak bir toplum inşa etmeliyiz.
Eğer gerçekten çözüm istiyorsak, fıtrata uygun yasalar ve aileyi merkeze alan bir eğitim sistemi en büyük önceliğimiz olmalıdır. Aksi takdirde, bu korkunç cinayetlerin sonu gelmeyecek, aksine artarak devam edecektir.